top of page
Yazı: Blog2_Post

Hümanistik (İnsancıl) Terapiler: Carl Rogers

  • Yazarın fotoğrafı: Psk. Sebile Ecemnaz Kokal
    Psk. Sebile Ecemnaz Kokal
  • 24 May 2021
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 7 Oca



Kurucusunun Carl Rogers olduğu psikoterapi yaklaşımlarından biri olan Hümanistik yaklaşım, kişinin kendi davranışlarından sorumlu olduğunu ve yaşadıklarının kendi tercihlerinin bir sonucu olduğunu savunur. Psikanalitik terapilerin aksine geçmiş üzerine çalışmaz, "burada ve şimdi" konusuna odaklanır. Bu terapi ekolünün geçmiş ile olan ilişkisi, danışanın geçmiş yaşantıları hakkında şuan ne hissettiği konusundaki çalışmalardan ibarettir. Buna ek olarak bu yaklaşım, kişinin tek başına kaldığında "kendini gerçekleştirme" ye (Kişinin potansiyelini ve becerilerini tam olarak fark etmesi, bunları en üst düzeyde geliştirmesi, hayatı tam olarak yaşaması, hayattan zevk alması) yönelik varoluşsal bir sürece gireceklerini varsayar.

*Ek bilgi: Gerçekleştirme eğilimi; canlının büyüme-gelişme isteği/çabası.


Hümanistik kuram; insanın doğuştan "iyi/olumlu" olduğunu, ancak zayıf benliğin ve dışsal zorlanmaların kişinin içsel süreçlerini zedelediğini savunur. Dolayısıyla, bu çerçevede gerçekleştirilen terapilerde, kişinin sağlıklı yönlerine odaklanılır. Buna dayanarak Rogers, psikolojik rahatsızlıklardan toplumu ve kültürü sorumlu tutmuştur. Kişiyi, bu iyi olan öze döndürmek bu terapi ekolünün en temel amacıdır. Bu terapide kullanılan teknikler; "geri yansıtma" ve "empati" den ibarettir. Kuramın felsefe ile olan ilişkisi "fenomenoloji" ve "varoluşçuluk felsefi akımı" kavramları sayesinde kurulabilir. Fenomenoloji; bireyin, dünyayı kendi bakış açısı ile algıladığını ve evrensel gerçeklik diye bir şeyin olmadığını ifade eder. Kısaca; olayın ne olduğunun değil, bireyin bu olayı nasıl algıladığı konusunun önemine dikkat çeker. Varoluşçuluk felsefesi ise davranışı; Bilişsel terapilerde bahsedilen "uyaran-tepki" zincirinden ziyade, bütüncül olarak ele almayı hedefler.


Hümanistik terapilerde söz edilen bir başka terim ise "benlik kuramı"dır. Bu kuram temel olarak; değişimin, kişinin kendisinin farkında olması ve benliğini olduğu gibi kabul etmesi ile mümkün olacağını savunur. Dolayısıyla; kişinin kendi haline bırakılmasının ve kişiye öz farkındalık kazandırılmasının kendi kendini gerçekleştirmeyi başlatacağına, kişiyi özüne döndüreceğine ve bütüncüllüğe ulaştıracağına inanılır. Hümanistik terapilerde, davranışları bir sebebe bağlamak yerine kişinin öz farkındalık ve öz kabul yükseltilerek kişiyi bu öze döndürme üzerinde çalışılır. Örnek olarak; sahip olunan "Çalışırsam sevilirim" inancı, kişinin öz farkındalığını (bütüncüllüğünü) azaltır. Ek olarak; hümanistik terapilerde terapist ve danışan arasında "eşitlik ilkesi" vardır ve genellikle seansların seyri danışanın yürütmesine göre şekillenir.


Bu ekolde yer alan 2 temel kavramdan bahsetmek isterim. Temel olarak "deneyim" ve "organizmik değerlendirme"yi ele alacağım. Deneyim kavramı; kişinin içsel deneyimlerinin başkaları tarafından anlaşılamayacağını ifade eder. Çünkü yaşadığını en iyi danışan bilir. Dolayısıyla terapi, danışanın düşünceleri esas alır. Organizmik değerlendirme kavramı ise; İnsanın bilinçli düşüncesine katkı sağlayanın bilinçdışı süreç olduğunu ve kişiliğin en derinlerinde insanın kendisi için neyin iyi olup olmadığını bilmesi anlamına gelir. (Kişi tadını beğenmediği yemeğin muhtemelen bozuk, zehirli veya sağlıksız olduğunu düşünür.) Hümanistik terapi, kişiliğin yapısını iki şekilde ele alır: "gerçek benlik" ve "ideal benlik". Gerçek benlik, temel olarak bireyin olmak istediği kişi, yani gerçek kendilik durumu ile ilişkilidir. İdeal benlik ise, bu duruma ek olarak toplumun dayattığı normları da içerir. Gerçek benliği ve ideal benliği iç içe geçmiş uyumlu kişiler "tutarlılık/sağlıklı benlik" çatısı altında toplanırken, iç içe geçmemiş/ayrık benlik yapısına sahip olan bireyler "tutarsızlık/sağlıksız benlik" geliştirirler. Bu durum, gerçek benlik için bir tehdit oluşturur. Sonucunda ise anksiyete ve psikotik bozukluklar ortaya çıkar. Bu durumda ise "savunma mekanizmaları" devreye girer. Bu savunma mekanizmalarını ikiye ayırabiliriz: "yadsıma" ve "çarpıtma". Yadsıma, tehdit edici durumun görmezden gelinmesini ifade eder. Çarpıtma ise, Freud'un "mantığa bürünme mekanizması" anlayışını destekler. Bu mekanizma; bireyin özellikle kendi kişisel yetersizliklerinden dolayı gerçekleştiremediği istekleri karşısında başarısızlıklarına mazeret göstermesi durumudur. Örnek olarak; sınavı geçemeyen kişinin, geçen kişilerin hocayı tanıdığını savunması verilebilir.


Son olarak; gerçek benlik ve ideal benlik konusuna ek, Rogers'ın kişilik gelişimi konusunda ele aldığı önemli noktalardan söz edeceğim. İlk olarak bahsetmek istediğim kavram "koşulsuz olumlu saygı/kabul"dür. Çocuk, ebeveyninin ona koşulsuz olumlu saygı/kabul gösterdiğini görürse kendisine karşı "koşulsuz olumlu özsaygı" geliştirir. Buna "Roger taktiği" adı verilir. Az önce bahsettiğim "tutarlılık/sağlıklı benlik", bu taktiğin uygulanması ile mümkündür. Ancak bazı aileler, çocuklarına karşı saygı/kabul gösterebilmeleri için bazı koşullara uyum sağlamaları gerektiğini düşünürler. Bu durumda "koşullu olumlu saygı/kabul" ortaya çıkar. Bu aile yapısında büyümüş kişi, büyüdüğü zaman kendini yalnızca dış dünyanın onu nasıl gördüğüne göre değerlendirir. Bu nedenle benlik, çok derinlerde kalır ve kişi benliğinden uzaklaşarak kendisine karşı "koşullu olumlu özsaygı" geliştirir. Madalyonun en karanlık olarak adlandırılan "olumsuz saygı/kabul" gören kişiler ise ileride kendilerine karşı en sağlıksız tür olan "olumsuz özsaygı" geliştirirler.

bottom of page