top of page
Yazı: Blog2_Post

Freud'un Psikanalizi ve Psikanalitik Terapiler

  • Yazarın fotoğrafı: Psk. Sebile Ecemnaz Kokal
    Psk. Sebile Ecemnaz Kokal
  • 7 May 2021
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 7 Mar


ree

Sigmund Freud, psikoterapi yaklaşımlarından biri olan "Psikanalitik" kuramın temelini oluşturan "Psikanaliz" yönteminin kurucusudur. Bu yöntem, psikoterapilerde kullanılan tekniklerin en yoğun, en maliyetli ve en uzun süre olanıdır. Psikanalizde, kişiliğin tamamen değiştirilmesi üzerine çalışılır ve çocukluk yaşantılarının yeniden yapılandırılmasına odaklanılır. Buna “yeniden yorumlama” adı verilir. Bu süreçte, bilinçdışı dürtülerin bilince getirilmesi ve üzerlerinde ego kontrolü sağlanması hedeflenir. İlginç bir şekilde, terapist konu açmaz; danışanın söyledikleri ile çalışılır.


Freud’un dil sürçmelerine olan yaklaşımı da oldukça dikkat çekicidir. Ona göre, dil sürçmesi diye bir şey yoktur; bu durum, bilinçdışında saklanan bir gerçeğin bilinçsiz bir anda ağızdan kaçırılmasıdır. Bu durumu, "Freudyen dil sürçmeleri" veya "parafraks" olarak adlandırmıştır. Burada önemli bir nokta, Freud'un bu açıklamaları yaparken "bilinçaltı" değil, "bilinçdışı" kavramını kullandığıdır. Freud’a göre bilinçdışı, farkında olmadığımız düşünceler, arzular ve dürtülerin saklandığı yerdir; davranışlarımız üzerinde güçlü bir etkiye sahiptir. Bu ayrım, Freud’un kuramının doğru anlaşılmasında önemli bir yere sahiptir.


Psikanalitik kuramı benimseyen psikologlar, temel olarak bilinçdışı süreçler ve bilinçdışında yer alan psikolojik çatışmalar üzerinde çalışır. Bu çözülmemiş çatışmaların kökeni, genellikle çocukluk çağına dayanır. Terapilerde amaç, bireylere geçmişleriyle şimdi arasındaki ilişkiyi anlamlandırmalarına yönelik içgörü kazandırmaktır. Freud’a göre, kişilik gelişimi doğumdan sonraki ilk altı ayda büyük ölçüde tamamlanır. Bu süreçte, ihtiyaçları yeterince karşılanmayan bireylerin hayatlarının geri kalanını bir şekilde "muhtaç" bir şekilde geçireceği savunulmuştur. Özellikle ödipal dönemdeki çatışmalar, ailesel yaşantılarla ilişkilendirilmiştir.


Psikanalitik terapilerde kullanılan tekniklerden biri “serbest çağrışım”dır. Bu teknikte, danışan sessiz ve rahat bir ortamda divana uzanır. Amaç, normal bilinçlilik hali ile trans hali arasında bir ruh durumunu uyarmaktır. Danışan, kendi bilinç akışının edilgen bir gözlemcisi olması için cesaretlendirilir ve gizli bilinçdışı fantezilerini anlaması sağlanır. Ancak savunma mekanizmaları nedeniyle bu teknik uzun süre uygulanamaz. Terapist, danışanın dile getirdiği düşünceleri bir araya getirerek anlamlı bir bütün oluşturmayı amaçlar. Bu süreçte, danışanın söylediklerinin mantıklı bir şekilde bağlantılı olması beklenir. Bu nedenle danışanın belirli bir ego gücüne sahip olması önemlidir.


Bir diğer önemli teknik ise "düşlerin yorumlanmasıdır." Freud’a göre, rüyalar bilinçdışına giden “kraliyet yolu”dur. Rüyalar, çatışmalı arzuların kılık değiştirmiş bir biçimde bilinçdışında yorumlanması olarak değerlendirilir. Terapist, rüyaların gizli anlamlarını ve sembollerini analiz ederek, danışanın bilinçdışında gizlenen materyalleri ortaya çıkarmayı hedefler.


Freud’un zihin modeli de bu süreçte önemlidir. Ona göre zihin üç farklı bölümden oluşur.  İlki, İd adı verilen kısımdır. İd, tamamen bilinçdışında yer alır ve ilkel dürtüleri ile arzuları barındırır. İkinci bölüm, Süperego olarak adlandırılır. Bu da bilinçdışında bulunur ve ahlaki değerler ile toplumsal normları temsil eder. Son olarak, Ego vardır ve bilinç seviyesinde faaliyet gösterir. Ego’nun temel görevi, İd ile Süperego arasında denge sağlamaktır. Bu üç yapı, insan zihninin dinamiklerini ve davranışlarını anlamada Freud’un teorisinde kritik bir rol oynar.


Psikanalitik terapilerde ele alınan bir diğer önemli konu “aktarım”dır. Freud, aktarımı klinik ilişkinin temel unsuru olarak tanımlar. Bu, danışanın çatışmalı düşünce ve duygularını terapiste yönlendirmesiyle ortaya çıkar. Analist, danışanın geçmişindeki yoğun özlem ya da nefret nesnesine dönüşebilir. Bu sürecin doğru analiz edilmesi, danışanın gizli duygularına ve savunmalarına ulaşmasını sağlar. Bu noktada, danışan ile terapist arasında ortaya çıkan dinamikler, terapi sürecini eşsiz kılar.


Terapist açısından ele alınan “karşıt aktarım” da bu süreçte önemlidir. Karşıt aktarım, terapistin danışana yönelik bilinçdışı tepkilerini ifade eder. Freud, bu durumun terapistin nesnelliğini etkileyebileceğini ve bu nedenle kontrol edilmesi gerektiğini savunmuştur. Ancak daha sonraki yıllarda, karşıt aktarım terapilerde bir engel değil, bir basamak olarak değerlendirilmiştir.


Terapilerde karşılaşılan direnç de dikkate alınması gereken bir konudur. Danışan, değişime direnç gösterebilir. Örneğin, bilgi vermemek, sessiz kalmak, randevulara geç kalmak gibi davranışlar bu dirence örnek olarak gösterilebilir. Ancak bu dirençler terapide ele alınmalı ve danışanın ilerleme kaydetmesi sağlanmalıdır.


Sonuç olarak, psikanalitik terapi, bilinçdışının anlaşılması ve bireylerin yaşamlarındaki çatışmaların çözülmesi üzerine yoğunlaşır. Freud’un yaklaşımı, terapinin derinlemesine bir içgörü sağlama amacı taşıdığını ve bu süreçte bireylerin geçmiş yaşantılarını yeniden yorumlamalarını mümkün kıldığını ortaya koyar.

bottom of page