top of page
Yazı: Blog2_Post

Davranışçı Terapiler: Pavlov-Watson-Skinner Deneyleri

  • Yazarın fotoğrafı: Psk. Sebile Ecemnaz Kokal
    Psk. Sebile Ecemnaz Kokal
  • 12 May 2021
  • 5 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 7 Oca




Davranışçı terapiler; Psikanalitik (Psikodinamik) terapilerin temel aldığı hastanın iç dünyasındaki çatışmalara odaklanmaktan çok, bireyin davranışları ile ilgilenir. Bu nedenle davranışın altında yatan sebeplere değil, doğrudan doğruya davranışın kendisine odaklanır. Dolayısıyla bu terapi tekniğinde terapist-danışan etkileşimi (arasındaki iletişim ve duygudan) ikinci planda kalır.


Davranışçı terapi, temel olarak: "Çevreyi değiştirirsen, davranış da değişir." ilkesini temel alır. Dolayısıyla sınırları belli olan uyum bozuklukları ile çalışır (OKB, anksiyete vb.). Bu nedenle bu model, psikopatolojilerin yalnızca bir kısmını açıklayabilmektedir. Tüm davranışların bireyler tarafından öğrenildiğini, içsel süreçlerden güdülenme ile ortaya çıkmadığını savunur. Dolayısıyla gözlenemeyen davranışlar bu yöntemin inceleme alanına girmez. Temel olarak 2 temel kuram üzerine şekillenmiştir: "Klasik koşullanma" ve "Edimsel koşullanma".


Klasik Koşullanma: ilk kez Rus bilim insanı Ivan Pavlov tarafından ortaya atılmıştır. Organizma için daha önce nötr olan uyarıcının koşullanma yoluyla istenen tepkiye yol açan uyarıcı haline gelmesi bu kurama dayandırılır. Pavlov, bu kuramını köpekler üzerinde bir deney ile açıklamaya çalışmıştır. Köpeklerin et gördüklerinde salgıladıkları salyayı (tepki), koşullanma yoluyla zil sesi (nötr uyarıcı) için de salgılamalarını sağlama üzerinde çalışmıştır. Pavlov, bunun için bir deney tasarlamıştır: İlk başta eti gören köpeğin salya (koşulsuz/öğrenilmemiş tepki) salgıladığını görmüştür. Ardından bir zil sesi dinletmiştir ancak köpeğin bu zil (koşulsuz/öğrenilmemiş uyarıcı) sesine tepkisiz kaldığına tanık olmuştur. Daha sonra Pavlov, zil sesinden sonra köpeğe et vermiştir. Her zil sesinin ardından et verildiğini gören köpek, "zil uyarıcısını", "et" ile eşleştirmiştir. Dolayısıyla, duyduğu her zil (koşullu/öğrenilmiş uyarıcı) sesinin ardından eti görmeden salya (koşullu/öğrenilmiş tepki) salgılamaya başlamıştır.


Klasik koşullanmanın insanlar üzerinde uygulanabilirliğini gösteren deney ise John Watson ve Rosalie Raynor'un 1920'li yıllarda gerçekleştirdikleri ve günümüz dünyasında etik koşullar çerçevesinde izin alınması mümkün olmayan, psikoloji tarihinin en karanlık deneyi olarak geçen "Küçük Albert Deneyi (Little Albert Experiment)" olmuştur. Watson, korkunun doğuştan gelen bir güdü mü yoksa öğrenilebilecek bir yeti mi olduğuna karar vermek için 8 aylık bir bebek olan Albert ile bir deney tasarlamıştır. Deney başlamadan önce Albert'e birkaç duygusal test yapılır: Minik bebeğe sırasıyla beyaz bir fare, tavşan, yanan kağıt parçaları, peruk, maske gibi daha önce karşılaşması düşük ihtimalli nesneler/durumlar gösterilir. Amaç Albert'in koşulsuz tepki verip vermediğini incelemektir. Hiçbir nesneye karşı korku göstermez, aksine gülümser. Daha sonra Albert'i boş bir odaya götürürler ve odada yalnız bırakırlar. Odaya bir laboratuvar faresi salarlar. Albert fareyi sever ve onunla oynamaya başlar. Psikologlar bir sonraki aşamada, Albert fareye her dokunduğunda iki demir çubuğu birbirine vurarak rahatsız edici sesler çıkarmaya başlarlar. Ağlamaya başlayan Albert, sakinleşip tekrardan fare ile oynamaya başlayınca tekrardan psikologların çıkardığı o rahatsız edici sese maruz kalır. Ve daha sonra yine oynamak isteyince yeniden o gürültülü sesi duyar. Bu deney birkaç gün daha devam eder ve tekrarlanır. Watson ve Raynor, deneyi ileri noktaya taşıyıp tavşan ve başka tüylü objeler de getirirler. Albert, artık demir çubuklarla çıkarılan o rahatsız edici sesler olmamasına rağmen özellikle beyaz ve tüylü bir nesne gördüğü anda ondan korkup ağlamaya başlar. Böylece koşullu korkunun varlığı da kanıtlanmıştır. Ancak 8 aylık bir bebeğe deney uğruna yaptıkları korku koşullanmasını geriye almadıkları ve Albert'i iyileştirmedikleri için büyük tepki çekerler. APA kayıtlarına göre asıl adı Douglas Meritte olan Küçük Albert, 6 yaşında beyninde su toplanması nedeniyle hayatını kaybetmiştir.


Edimsel Koşullanma: İlk kez B. Frederic Skinner tarafından ortaya atılmıştır. Tüm öğrenmelerin klasik koşullanma ile açıklanamayacağını ileri süren Skinner; pekiştireçler (pozitif ve negatif), ceza ve sönme sayesinde davranışın yönlendirilebileceğini söylemiştir. Bu yöntemleri "Skinner Kutusu Deneyi" ile açıklamıştır. İçerisinde bir manivela ve altında elektrik düzeneği bulunan bu kutuya bir fare yerleştirilmiştir. Fareye, manivelaya her bastığında belli bir miktar su ve yiyecek verilecektir. Tüm bu manivelaya basma sayısı bir grafiğe aktarılarak ölçülür. Amaç, farenin manivelaya basarak yiyecek almayı öğrenmesidir. Fare öncelikle kutuya bırakılmış ve etrafı keşfetmesi için izin verilmiştir. Keşfetme sırasında fare manivelaya yanlışlıkla dokunduğunda yiyecekle ödüllendirilmiştir. Bu durumu keşfeden fare, manivelaya artık bilinçli bir şekilde basmaya başlamıştır. Böylece davranış, "pozitif pekiştireç" (su ve yiyecek) ile ödüllendirilmiştir. Yani pozitif pekiştireç, bir davranışın olumlu bir durum ile güçlendirilmesidir. Buna ek olarak; deneyin bir sonraki adımında fareye elektrik düzeneğinden yararlanılarak elektrik şoku verilmiştir. Bu sefer fare, manivelaya her bastığında elektrik şokunun duracağını öğrenmiştir. Bu durumda manivela, fare için bir "negatif pekiştireç" olmuştur. Yani negatif pekiştireç ise, olumsuz bir davranışın ortadan kalkması için gösterilen davranışa verilen addır. Fare, manivelaya her dokunduğunda "ceza" yani elektrik şoku verilirse farenin manivelaya dokunma eylemi azalacaktır. Ancak eğer fare manivelaya dokunduğunda, hiçbir şeyin gerçekleşmediğini (ne elektrik şoku verilir ne de yemek verilirse) görürse, dokunma eylemi azalacaktır ve yok olacaktır. Bu duruma ise "sönme" adı verilir.


Edimsel koşullanma kuramı, ilk kez B. Frederic Skinner tarafından ortaya atılmıştır. Tüm öğrenmelerin klasik koşullanma ile açıklanamayacağını ileri süren Skinner; pekiştireçler (pozitif ve negatif), ceza ve sönme sayesinde davranışın yönlendirilebileceğini söylemiştir. Bu yöntemleri "Skinner Kutusu Deneyi" ile açıklamıştır. İçerisinde bir manivela ve altında elektrik düzeneği bulunan bu kutuya bir fare yerleştirilmiştir. Fareye, manivelaya her bastığında belli bir miktar su ve yiyecek verilecektir. Tüm bu manivelaya basma sayısı bir grafiğe aktarılarak ölçülür. Amaç, farenin manivelaya basarak yiyecek almayı öğrenmesidir. Fare öncelikle kutuya bırakılmış ve etrafı keşfetmesi için izin verilmiştir. Keşfetme sırasında fare manivelaya yanlışlıkla dokunduğunda yiyecekle ödüllendirilmiştir. Bu durumu keşfeden fare, manivelaya artık bilinçli bir şekilde basmaya başlamıştır. Böylece davranış, "pozitif pekiştireç" (su ve yiyecek) ile ödüllendirilmiştir. Yani pozitif pekiştireç, bir davranışın olumlu bir durum ile güçlendirilmesidir. Buna ek olarak; deneyin bir sonraki adımında fareye elektrik düzeneğinden yararlanılarak elektrik şoku verilmiştir. Bu sefer fare, manivelaya her bastığında elektrik şokunun duracağını öğrenmiştir. Bu durumda manivela, fare için bir "negatif pekiştireç" olmuştur. Yani negatif pekiştireç ise, olumsuz bir davranışın ortadan kalkması için gösterilen davranışa verilen addır. Fare, manivelaya her dokunduğunda "ceza" yani elektrik şoku verilirse farenin manivelaya dokunma eylemi azalacaktır. Ancak eğer fare manivelaya dokunduğunda, hiçbir şeyin gerçekleşmediğini (ne elektrik şoku verilir ne de yemek verilirse) görürse, dokunma eylemi azalacaktır ve yok olacaktır. Bu duruma ise "sönme" adı verilir.


Biraz da davranışçı kuram çerçevesinde gerçekleştirilen terapilerin tedavi sürecinden bahsedelim. "Değerlendirme" olarak adlandırılan basamakta terapistin ilk görevi, var olan sorunları belirlemektir Terapi sürecinde; problemin ilk ortaya çıkışı, sıklığı, şiddeti, danışanın sorunla nasıl başa çıktığı, sorunun varlığının sürmesine neden olan değişkenler, danışanın güçlü yanları ele alınır.


Davranışçı kuram temelli terapilerde kullanılan tedavilere biraz değinelim:


  1. Tedavi sürecinde kullanılan tekniklerden bir tanesi "Olumlu pekiştirme ve söndürme tekniği"dir. Davranışçılar; danışanın, terapi sürecini olumsuz etkileyecek bir davranışta bulunması durumunda bu davranışın görmezden gelinmesinin davranışı söndüreceğini savunur. Ancak davranışın istenilen yönde değişim göstermesi durumunda, bu davranışın ödüllendirilmesi gerektiğini de söyler. Ödülün pozitif pekiştirece dayandığı en çok kullanılan örneği, "Token Ekonomi" sistemidir. Bu sistemde, kişi istenilen davranışı gösterdiğinde ödül verilirken (1 puan), istenmeyen davranışı gösterdiği zaman ödül (1 puan) geri alınır.

  2. Davranışçı terapilerde tedavi için kullanılan bir başka yöntem ise "Gevşeme eğitimi"dir. Bu tekniğin amacı kaslarda, dolaylı olarak zihinde rahatlama sağlamaktır. Çünkü zihin-beden-ruh birbirine bağlıdır. Danışana rahatlaması için bazı yönergeler verilir. Bu yönergelerde; danışandan rahat ve sakin bir ortamda, dönüşümlü olarak kaslarını kasıp gevşetmesi ve derin, düzenli nefes alması istenir. Ayrıca istenmeyen davranış ile cezanın (tiksinti veren uyarıcının) eşleştirilmesi anlamına gelen "itici koşullama tekniği" sayesinde davranışın ketlenmesi veya sönmesi beklenir.

  3. Bu terapide uygulanan terapi tekniklerinden bir diğeri "Yanıtı engelleme"dir. OKB'de kompülsiyon, artan miktarlarla engellenir. Örnek vermek gerekirse; el yıkama kompülsiyonu olan bir kişiden ellerini temiz olmadığını düşündüğü bir yere değdirdikten sonra önce 5 dakika, daha sonra 10 dakika süre ile yıkamaması istenir ve bu süreler uzayan miktarla arttırılır. Anksiyetesini hafifletmek için, o kişinin korktuğu şeyle yüzleşmesi ve aslında kompülsiyon"unun anlamsız olduğunu düşünmesi/anlaması sağlanır. Buna "maruz bırakma" adı verilir ve "yanıtı engelleme" tekniği bu yöntemi temel alır.

  4. Bu kuram çerçevesinde gerçekleştirilen terapilerde kullanılan yöntemlerinden son olarak bahsetmek istediğim ise "Sistematik duyarsızlaştırma tekniği"dir. Bu teknikte hastadan, korktuğu durumları kendisini en çok korkutan durumdan en az korkutan duruma doğru bir hiyerarşi yapması istenir ve basamak basamak bu durumlar üzerinde gevşeme egzersizleri eşliğinde çalışılır. Özellikle fobiler üzerinde uygulanan bu teknik iki şekilde uygulanabilir: "İnvivo" ve "İnvitro". "İnvivo" tekniğinde, kişiden fobisi ile gerçek hayatta basamak basamak karşılaşarak yüzleşmesi istenir. Örneğin; kedi fobisi olan bir kişiye ilk önce kedi resmi gösterilir, daha sonra bir kedi ile karşılaşması istenir, en sonunda o karşılaştığı kediye dokunması istenir. Bu basamaklar ayrıca sanal bir ortamda (sanal-gerçeklik) veya laboratuvar koşullarında da gerçekleştirilebilir. Bu şekilde uygulanan tekniğe ise, "İnvitro" adı verilir. Basamak sayısı, fobi türüne göre değişiklik gösterebilir. Daha sonra bu basamaklar puan ile derecelendirilir. Gerçekleştirilmesi beklenen basamak sayısı arttıkça, sistematik duyarsızlaştırmadan alınacak başarı puanı da artacaktır.

bottom of page