top of page
Yazı: Blog2_Post
  • Yazarın fotoğrafıPsk. Sebile Ecemnaz Kokal

Birincil / İlkel / Olgunlaşmamış / Alt Düzey Savunma Mekanizmaları

Güncelleme tarihi: 2 May 2023



Genelde, "birincil" veya "ilkel" veya "olgunlaşmamış" veya "alt düzey" olarak bahsedilen savunmalar, kendilik ile dış dünya arasındaki sınırlarla ilgili olan savunmalardır; "ikincil" veya "daha olgun" veya "gelişmiş" veya "üst düzey" olarak bahsedilen savunmalar ise, ego veya süperego ile id arasındaki gibi içsel sınırlarlar ilgili olan savunmalardır.


1) Aşırı Geri Çekilme: Bebeğin aşırı uyarıldığında uykuya dalması normaldir. Aynı durum yetişkinlikte, başkalarıyla ilişki kurmanın yol açtığı streslerden uzaklaşıp içsel fantezi dünyalarına çekilen kişilerde görülür. Bazı uzmanlar bu savunma için “otistik fantezi” terimi tercih ederler. Bu terim kişisel ilişkiden kaçınma yönünün genel eğilimin özel biçimine gönderme yapar. Bebek gözlemcileri bazı çalışmalarda, geri çekilme tepkisini göstermesi en muhtemel bebeklerin “duyarlı olan bebekler” olduklarını tespit etmişlerdir. Bakıcılarıyla veya başka erken dönem nesnelerle ilişkisinde duygusal açıdan işgal ve nüfuz edilme deneyimleri de geri çekilme tepkisini pekiştirebilir. Dışsal uyaran bolluğu ile birlikte her şeyine müdahale edilen olma, bu savunmayı perçimler. Bu savunmanın en belirgin dezavantajı, kişiyi kişilerarası sorun çözme süreçlerine aktif katılımdan uzaklaştırmasıdır. Kronik şekilde kendi zihinlerine geri çekilen kişiler, duygu düzeyinde bir bağ kurmaya gösterdikleri dirençle, onları sevenlerin sabırlarını sınavdan geçirirler. Bu savunmayı kullanan kişiler, kendi duygularını ifade etme yatkınlıkları olmamalarına karşın, başkalarının duygularını algılamakta oldukça yetenekli olabilirler. Bazı uzmanlar "otistik fantezi "terimini geri-çekilme terimine tercih etmektedirler; "otistik fantezi" terimi kişisel ilişkiden kaçınma yönündeki genel eğilimin özel bir biçimine gönderme yapar. "Şizoid hat" üzerinde nispeten daha sağlıklı tarafta büyük yaratıcılık gösteren kişiler bulunur: sanatçılar, yazarlar, teorik bilim insanları, filozoflar, dinsel mistikler ve başka yüksek düzeyde yetenekli kişiler. İyi birer gözlemci olan bu kişilerin sıradan günlük hayattan kendilerini çekip ayrı durabilme kapasiteleri onlara özgün yorumlar yapabilme yönünde eşsiz bir yetenek sağlar.


2) İnkar: Bebeğin acı verici deneyimlerle başa çıkmakta kullanabileceği erken dönemde görülen başka bir yol da bunların olmakta olduklarını kabul etmeyi reddetmektir. Çocuğun benmerkezci varoluşunda, “Kabul etmezsem, olay olmamış olur.” şeklindeki mantık-öncesi bir kanı çocuğun deneyimlerine hakim olur. İnkar bir felakete (örneğin, yas) verdiğimiz ilk tepki olarak her birimizin içinde varlığını sürdürür; kendileri için önemli olan birinin ölüm haberini duyan kişilerin ilk tepkileri tipik bir şekilde "Hayır, olamaz!" olur. Polyanna benzeri bireyler, temel olarak bu savunma mekanizmasını kullanırlar. Duyguları incinen bir kişinin, incinen duygularını tam olarak görüp kabul etmek yerine inkar etmesi ve ağlama tepkisini bilinçli olarak ketlemesi daha muhtemeldir. İstismarcı eşlerin tehlikeli olduğunu inkar eden eşler, alkol sorunu olduğunu kabul etmeyen alkolikler, kız çocuklarının cinsel tacize uğradığına ilişkin kanıtları görmezden gelen anneler, belirgin düzeyde işlev bozukluğu göstermelerine karşın sürücü ehliyetlerini iptal ettirmeyi düşünmeyen yaşlı kişiler, inkar savunmasının en kötü sonuçlarını gösteren tanıdık örneklerdir. İnkar savunmasının kullanımı ile tanımlanan en açık psikopatoloji örneği "Mani"dir. "Manik" durumda kişiler; fiziksel sınırlarını, uyku ihtiyaçlarını, mali sıkıntılarını, kişisel zayıflıklarını ve hatta ölümlü olmalarını hayret verici bir dereceye kadar inkar edebilirler. Birçok komedyen veya şovmen, acı verici duygulanımları uzun süreler boyunca gizleyip dönüştürmeyi başarıyla gerçekleştiren kişilerin belirgin nitelikleri olan hızlı kavrayış, yüksek enerji, sözcüklerle oynama ve bulaşıcı neşe özelliklerini gösterirler. Ancak bu tür kişilerin altta yatan depresif yönleri çoğu kez yakın arkadaşları tarafından görülür; manik çekiciliklerinin onlara ödettiği psikolojik bedel genellikle gözden kaçmaz.


3) Tümgüçlü Kontrol: Yeni doğmuş bebeğin dünya ile kendiliği aşağı yukarı bir bütün olarak hissettiğini varsayıyoruz. Fonagy'nin araştırmaları bebeklerin ilk 18 ay boyunca, dışsal dünyanın içsel dünya ile eş biçimde olduğu şeklinde deneyimlendiği, "psişik denklik" olarak adlandırılan bir zihinsel durumda yaşadığını telkin etmektedir. Piaget "birincil benmerkezcilik" kavramında bunu belirtmiştir ("birincil narsisizm" dönemi). Bu kavramın işaret ettiği dönemde, yeni doğmuş bebek tüm olayların kaynağını içsel olarak algılıyor olabilir; yani, örneğin vevek üşümüşse ve bakıcısı bunu anlayıp bebeğin ısınmasını sağlamışsa, bebek kendisinin "sihirli bir yolla" bu ısınmayı sağladığı yönünde dil-öncesi bir deneyim yaşar. Bebekte, henüz, kendiliğinin dışından, ayrı başkalarından kaynaklanan bir denetim konumu bulunduğu farkındalığı gelişmemiştir. Sandor Ferenczi; birincil tümgüçlülük duygularının hakim olduğu bebeksi durumda kişinin dünyayı denetimi altında tuttuğu fantezisinin normal olduğunu söylemiştir. Ancak belli bir süre sonra bebeğin istediği anda annenin gelmiyor oluşu, çocuğun daha da olgunlaştığında kimsenin gücünün sınırsız olmadığı tatsız gerçeğini kabullenmesini sağlayacaktır. Tümgüçlülük fantezisinin sağlıklı bir biçimde atlatılabilmesi ve yetişkinliğe taşmaması için, bebeklikte bebeğin tümgüçlü olmasına izin verilmelidir. Eğer taşarsa, istediği şeyi elde edemeyen yetişkin tehlikeli yollara başvurur (“Sen beni nasıl sevmezsin” cinayetleri). 6-16-36 yaşlarında tümgüçlülük azaltılarak devam etmelidir. Tümgüçlülüğün sağlıklı kalıntıları, etkinlik ve yetkinlik duygularımıza katkıda bulunur. Bireyin kişiliği, her türlü preatik ve ahlaki meselelerin önemini ikincil bir konuma iterek, gücünü istediği etkileri meydana getirecek şekilde yaşadığı duygudu peşinde koşma ve bunun keyfini sürme çabası etrafında örgütlenmişse, bu kişinin kişiliği "Antisosyal" yelpazededir. Bu kişiler iş dünyasında, liderlik rollerinde, politikada, gizli operasyon örgütlerinde, örgüt liderliğinde, reklam ve eğlence sektörlerinde başarılı olabilirler.


4) Aşırı İdealizasyon ve İlkel Değersizleştirme: Küçük çocuğun, annesinin veya babasının onu hayatım tüm tehlikelerinden koruyabileceğine ne kadar hararetli bir şekilde inanma ihtiyacı içinde olduğunu gözlemleyebiliriz; annelerinin veya babalarının insanüstü edimleri başarabileceklerine ilişkin inançları ebeveyn olmanın hem en güzel hem de en berbat yönüdür. Normal idealizasyon, olgun sevginin temel bir unsuru iken; aşırı idealizasyonda karşıdaki kişi “tümgüçlü”dür. İlkel değersizleştirme, idealize etme ihtiyacının kaçınılmaz diğer yüzüdür. Çocukluktaki aşırı idealizasyondan, ergenlikte değersizleştirme yönüne gelişen eğilim, ayrılma ve bireyselleştirme sürecinin normal ve önemli bir parçasıdır. Bireyselleşme için bir dönem ebeveyn değersizleştirilmelidir. Bir nesne ne kadar çok idealize edilirse, sonunda maruz kalacağı değersizleştirme de o kadar derin olacaktır. Bu iki durumda da aslında kişi kendi içerisindeki değeri/değersizliği dışarı yansıtır. Aşırı idealizasyonun yetişkin formülasyonunun alt metni: “Kendimde tahammül edemediğim bir şey varsa, mükemmel olan kişiyi bulayim ve onunla iç içe geçeyim. Böylece benim kusurlarım örtülür.” şeklindedir. Bu savunma mekanizması; partneri yüceltme ve değersizleştirme dönemlerinde "Narsistik" örüntüde, manik-depresif dönemlerde karşıdaki kişinin değerini iki uçlu gösterebilen "Bipolar" örüntüsünde kullanılmaktadır.


5) Yansıtma x İçe Atma = Yansıtmalı Özdeşim: Bebeğin, hangi deneyimlerin içeriden geldiğine ve hangilerinin kendiliğin dışındaki kaynaklara bağlı olduğuna ilişkin bir duygu geliştirmesinden önce, “dünya” ile eş değer olan, genelleşmiş bir “ben” duygusunun bulunduğunu varsayıyoruz. Yansıtma; içsel olanın, dışsal kaynaklardan geliyor olarak yanlış anlaşıldığı bir süreçtir; hep karşı taraf suçludur. Ancak, selim ve olgun biçimlerinde empatinin temelidir. Annenin bebeğin ihtiyaçlarını, bebeğin ise annenin duygularını anlayabildiği ilişkiye adını veren “Simbiyotik İlişki”; yansıtmanın yetenek olarak kullanılabildiğine ilişkin verilebilecek erken dönem örneklerdendir. Dünyayı anlamakta ve hayatla başa çıkmakta yansıtmayı başlıca yol olarak kullanan ve yansıttığı içeriği inkar eden veya reddeden bir kişinin "Paranoid" nitelikte bir karakteri olduğu söylenebilir. "İçe atma" ise; dışsal olanın içsel kaynaklardan geliyor olarak yanlış anlaşıldığı bir süreçtir; hep kişinin kendisi suçludur. “Saldırganla özdeşim” içerir. İnsanlara derinden bağlandığımızda onları içe atarız ve temsilleri kimliğimizin bir parçası haline gelir, bu durum yası engeller. Freud bu durumu, “nesnenin gölgesinin (ölen kişi) egonun üzerine düşmesi” olarak tanımlar. Bir insan, "içe-atmayı" savunma mekanizması olarak kullanırsa, bu insanın karakter yapısı açısından "Depresif" olduğu söylenebilir. Her şeyin zıddıyla var olduğunu savunan “Yansıtmalı Özdeşim” her iki uçta da psikolojik sınır ile ilgili problem olduğunu söyler; hasta, terapisti istediği kişi olarak görür. Melanie Klein bu savunma ile ilgili yazan ilk analisttir.


6) Ego Bölünmesi: Bebeğin, dünyadaki her şeye “iyi-kötü” değerler vererek örgütlemeye yönelik bir ihtiyacı olduğunu gözlemleyebiliriz. Nesne sabitliğinden önce, kişi, kendi dünyası içindeki bir nesneye yönelik olarak iyi ya da kötü bir ego durumunda bulunabilir. Libidinal nesneden örnek vermek gerekirse bu savunma mekanizmasını kullanan bebek için; bilinçdışında meme veren anne “iyi anne”, meme vermeyen anne “kötü anne” olarak kategorize edilir. Bu savunma mekanizmasının; kaygıyı azaltmak ve özsaygıyı sürdürmek için kullanılmasına örnek olarak şu cümle verilebilir: “Beni seviyorsan kalırım, sevmiyorsan giderim.” Örneğin "Borderline" nitelikte bir hasta için terapist, bir hafta öncesine kadar hata yapması mümkün olmayan biri iken; şimdi kötülüğün, ihmalkarlığın veya yetersizliğin canlı örneği olarak görmeye başladığında terapist, aniden, değişime uğramamış bir hıncın hedefi haline gelebilir. Bu ve benzeri tartışmalardan bazı terapistler hastaya yönelik güçlü bir sempati hisseder ve onu kurtarmak ve ona destek olmak isterken, diğerleri aynı derecede güçlü bir antipati hisseder ve onu kendisiyle yüzleştirmek ve ona sınırlar koymak isterler.


7) Aşırı Disossiyasyon: Kelime olarak “ayrılma, kopma, bölünme” anlamını taşır. Travmaya verilen “normal” bir tepkidir ancak travmanın başlı başına “normal bir olay olmadığı” akıldan çıkarılmamalıdır. Küçük bir çocukken tekrar tekrar ürkütücü derecede suistimale maruz kalan kişiler, strese karşı hep devreye girecek alışılmış tepkileri olarak bu savunma mekanizmasını kullanıyor olabilirler. Hangi yaşta yaşanmış olursa olsun, dayanılmaz felaketler dissosiyasyona yol açabilirler. Tecavüz esnasında sanki başka birisini izliyor gibi hissedilir, çünkü yaklaşan yok olma duygusunun içerisinde yer almak yerine dışarıda bulunmayı tercih etmek, o anda olayın içerisinde bulunmanın acısından kurtulunmak istenir. Travmaya maruz kalmış ve "Travma Sonrası Stres Bozukluğu" yaşayan kişiler gündelik stres ile hayatı tehdit eden durumları birbirine karıştırabilirler, bunun sonucunda da, hem kendi hem de başkalarının kafalarını karıştıracak şekilde, ani bellek kaybı yaşayabilir veya tamamen başka biri gibi davranmaya başlayabilirler.



-Sebile Ecemnaz Kokal

38 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page